Prof. Dr. Murat Taş

Prof. Dr. Murat Taş

Bir şehri imar etmek...

2025.09.08 08:58 - Son Güncellenme: 2025.09.08 09:02
A

Peki bir şey sormak istiyorum. Bir şehrin imarı ile ilgili sorunlarına çözüm bulması gereken kimdir? Aslında doğrusu bir şehrin yaşanabilir şekilde imar edilmesinden kim sorumludur?

Bu soruyu benim gibi pekçok kişinin zihninden geçirdiğini biliyorum. Bu sorunun cevabını aslında hepimiz çok iyi biliyoruz.

Osmanlı döneminde şehirlerin imar edilmesinin birincil sorumlusu saraya bağlı dört eminlikten biri olan 'Şehireminliği'dir. Şehireminliği'nde ise bu işler şehireminliğine bağlı Hassa Mimarlar Teşkilatı tarafından yürütülürdü. Sonraları Osmanlı'nın batılılaşma hareketleri döneminde merkezi yönetim olarak Nafia Nezareti kurularak imar faaliyetleri bu kurum tarafından yürütülmüştür. Bugün ise merkezi yönetim ile onun taşra teşkilatı olarak Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı'na bağlı yerel yönetimler tarafından yürütülmektedir. Tabi buraya imar ettiğiniz kentlerin en önemli aktörü olan insanı/toplumu da bir yere koymakta yarar var.

Birincil derecede önemli ekolojik devamlılık için doğal kaynakların özellikle su havzaları ile kaynaklarının korunması, tarımsal niteliği olan alanlar ile ağaçlık alanların ve ormanların korunması bir şehrin yaşanabilir şekilde imarı için en öncelikli konudur. Zira bir şehri imar etmek aslında doğal çevreyi yaşanabilir bir yapılı çevreye dönüştürme işidir. Bu dönüştürme işlemi sırasında doğal çevrenin ve kaynakların korunarak yaşanabilirlik ve devamlılığı/sürdürülebilirlik için çok önemlidir. Tüm zamanlarda insanlar kendilerine yerleşim yeri seçerken yaşamak için ihtiyaç duyduğu suyu bulunan, toprağı verimli, havası temiz ve güvenli doğal ortamları tercih etmiş ve buna göre binalar inşa edilerek yerleşimler oluşmuştur. Zira bunlar insanın biyolojik sağlığını koruyarak neslinin yaşamsal devamlılığı için gerekli temel kaynaklardır. İnsan var olduğundan beri yerleşimler, binalar, yapılar yapmıştır. O yüzden yapı tarihi insanlık tarihi kadar eski bir kavramdır.

Peki insanın yaşamsal devamlılığı için bir yeri imar etmek bu kadar önemli iken biz ne oldu da kentleri para kazanmak için inşa eder hale geldik. Yani bir şehri imar etmenin merkezinde insan varken ne oldu da kentleri inşa ederken yaptığımız işin merkezine insan yerine para/kazanç gelmiştir. Binaları yapmak, şehirleri imar etmek sadece yaşamak için gerekli iken kentleri inşa etmek, yapılar üretmek ekonomik bir kazanç uğraşısına dönüştü. Zira bugün yaşadığımız binaların, kentlerin yararlılığından, ihtiyaçlarımızı karşılamadığından, hiç de güvenli olmadığından ve de hiç de estetik olmadığından sürekli şikayet etmekteyiz. Ve bu şikayetler gün geçtikçe giderek artma eğilimi içerisindedir. Yapılan işin merkezinden mimarlık bilimini çıkardığınızda geriye anlamsız dev kütle enkazları kalır. Çünkü yapılan işin merkezinde insanı tutan tek uzman mimardır. Çünkü kullanışlılık/işlevsel yararlılık, dayanıklılık/sağlamlık ve estetik/güzellik mimarlık var olduğundan beri değişmeyen üç temel kavramdır. Bir kentin imar faaliyetlerinde mimarlık bilimi uzaklaşırsa geriye ne işlevsel yararlılık ne dayanıklılık ne de estetik güzellik kalır. Her türlü karar verme mekanizmasının temel dayanağı mimarlık olmak zorundadır. Zira bugün değerinde bir erozyon yaşanarak sürekli değer kaybeden mimarlık, algılanan bu değerinin düşüşü ile bir mücadele içindedir. Bu mücadelenin tek kaybedeni insandır.

Bu haftaki yazımız biraz yaptığımız işin düşünsel alt yapısına yönelik felsefi bir bakış açısı ile oldu. Siz şimdi yazımın girişinde yazdığım soruları kendinizi de işin içine katarak zihninizde biraz düşüne durun, ilerleyen zamanlarda bu konulara daha ayrıntılı olarak geri döneceğiz.

Bir sonraki yazımda buluşmak dileğiyle sağlıcakla kalın, sevgiyle kalın, güvenle kalın, Allaha emanet olun.

 


A

Yazarın diğer yazıları

Yazarın Tüm Yazıları